5 Ekim 2016 Çarşamba

Turkish Literature HL- Analysis

                                         


DERS/LESSON:    Türk Edebiyatı HL 
YAZAR/ WRİTER : REFİK HALİD KARAY
ESER/ Name of Novel:     MEMLEKET HİKAYELERİ
KONU/ TOPİC:   ŞEFTALİ BAHÇELERİ’NİN ÇÖZÜMLENMESİ



             Refik Halid Karay, Memleket Hikayeleri, Yeni Mecmua, Ocak-Ekim 1918
    
           Refik Halid Karay’ın çok önemli iki hikaye kitabı vardır.İlk hikaye kitabı 1919’da Memleket Hikayeleri; ikincisi ise 1940’da Gurbet Hikayeleri adıyla basılmıştır.Refik Halid Karay İttihad ve Terakki’ye muhalif yazılarından dolayı bir çok siyasilerle birlikte önce Sinop’a (1913), oradan Çorum, Ankara ve Bilecik’e sürülmüştür.Daha sonra Ziya Gökalp’in yardımıyla İstanbul’a dönmüştür.Anadolu’da başlayan Milli Mücadele’ye karşı çıkması ve sert yazılarla bu hareketi baltalamak istemesi hayatının en acı dönemini hazırlamıştır.İstanbul’un kurtuluşu ile 1922’de “Yüzellilikler” listesine alınarak yurtdışına çıkmaya mecbur olmuştur.

           Memleket Hikayeleri ilk Anadolu sürgünlüğü döneminde yazdığı hikayelerden oluşmaktadır.Hikayeciliğimiz bakımından dönüm noktası değeri taşır.Kör Ömer, Sarı Bal gibi ilk parçalarını Bilecik’te yazdığı Memleket Hikayeleri, konu ve çevreleri Anadolu içlerinde geçen ilk edebi hikayelerimizdir.Gerçi ondan önce (1892) Nabizade Nazım’ın bir Anadolu köyü olayını realist tarzda işleyen Karabibik hikayesi ve Halid Ziya Uşaklıgil’in köylerde geçen birkaç romantik hikayesi vardır ama bunlar üslûp, gözlem, meselelere parmak basış ve özellikle tasvirler yönünden Memleket Hikayeleri’ne ulaşamazlar.

           Varlıklı bir İstambul çıcuğu olan Refik Halid Karay, sürgün yıllarındaki karamsarlığı uzun sürmemiş ve bu karamsarlığı Memleket Hikayeleri’ne hiç yansıtmamıştır.Memleket Hikayeleri kötü ve acı yanlarının oldığu kadar iyi ve neşeli yanları da gören bir Maupassant realizmi içinde yazılmıştır.Anadolu’nun sefaleti, geriliği, tembelliği kadar asilliği ve yüceliği de anlatılmıştır.Yazar, Anadolu’nun bugün de geçerli olan birçok meselesini ortaya koymuştur.Refik Halid Karay’ın ilk hikaye kitabı olan Memleket Hikayeleri’nde on sekiz hikaye bulunmaktadır.Bunlar:Yatık Emine, Şeftali Bahçeleri, Koca Öküz, Vehbi Efendi’nin Kuşkusu, Sarı Bal, Şaka, Küs Ömer, Boz Eşek, Yatır, Komşu Namusu, Yılda Bir, Sus Payı, Kuvvete Karşı, Cer Hocası, Garip Bir Hediye, Bir Saldırı, Ayşe’nin Yazgısı ve Garaz’dır.

            Refik Halid Karay, Şeftali Bahçeleri, Yeni Mecmua, c.2, nr 49, 20 Haziran 1918, s.457-460
            
            KONU: Anadolu’da bir kasabaya tayin olan bir memurun ilk başta memlekete ciddi hizmet kararında olduğu ancak bu memurun kasabadaki uyuşuk brokratik düzene uyarak ideallerini gerçeklaeştiremediği anlatılır.

           ÖZET: Âgâh Bey nazari bilgilerle büyümüş, Avrupa’da bulunmuş bir memurdur.Hikayede Akdeniz’in sırtında diye belirtilen – açık olarak adı geçmeyen- doğal güzelliklerle meşhur bir Anadolu kasabasına Tahrirat Müdürü* olarak atanır. Âgâh Bey, memuriyetine başlayacağı yere gelirken Anadolu’nun durumunu gözlemleme olanağı bulur.Ona göre her yer harabeliklerle dolu, insanlar gam ve keder içindedir. Âgâh Bey, bu gözlemlerden, insanların üstündeki uyyuşukluğun atılması, büyük atılımlar gerektiren çalışmalara başlanılması düşüncelerini çıkarır.

             Avrupalı bir hükümet adamı olmayı kafasına koyan ve bu düşüncelerle görevine başlayan Âgâh Bey, görevinin daha ilk gününde düş kırıklığına uğrar.Kasabanın kadısı, evkaf memuru, mutasarrıfı* yörenin güzelliklerini ve eğlencelerini anlatır.Mutasarrıf ona ; işlerin az olduğundan, rahatına bakmasından bahseder.

             Düşüncelerinin aksine, kendini farklı bir ortamda bulan Âgâh Bey şaşkınlık içindedir.Kasabadaki ilk günlerinde bu ortamın içine girmek istemez.Muhasebecinin, eğlence mekanlarının merkezi olan şeftali bahçelerine gitme teklifini sert bir yüzle geri 


*Tahrirat Müdürü: İlçede resmi yazı işleriyle görevli kimse.
*Mutasarrıf: Vali ile Kaymakam arası mülkiye âmiri.
 çevirir.Kısa bir zamanda keyiflerine düşkün memurlarım, uzak diyarlara bile şöhretini sarmış şeftali bahçelerinde türlü eğlencelerin yaşandığı, çapkın mutasarrıfların ve rindmeşrep kadıların uğrağı olmaktan ahalisinin zevke ve safaya daldığı, her günü düğün evi çoşkunluğuyla çalkalanan bu kasabada kocaman işler göreceğine dair inancını yitirmez.İlk günlerin hevesiyle mutasarrıfa, kasabanın îmârına dair tasarılarının olduğundan bahsetmiş, sapan ve tırpanların ıslahına, kağnı arabalarının değiştirilmesine dair görüşlerini belirtmişse de karşılık bulamaz; her teşebbüsünde Âgâh Bey’in karşısına tahsisatın azlığı ve arkadaşlarının tembelliği çıkmıştır.

             Kısa sürede Âgâh Bey, hükümet arkadaşları tarafından sevilmeyen bir kişi olur.Zevkten, eğlenceden anlamayan bu kişiden herkes yüz çevirir olmuştur.Kasabadaki iki ayı bu şekilde geçiren Âgâh Bey bir gün, muhasebecinin ısrarı karşısında diğer memurlarla birlikte şeftali bahçelerine gider, onların eğlencelerine katılır.Bu eğlencelerde kasabayı daha iyi görme fırsatı bulan Âgâh Bey, hükümet erkanının türlü eğlencelerine şahit olur.Kısa zamanda Âgâh Bey de bu eğlencelerin adamı olur.Artık kendisi de diğerleri gibi şeftali bahçelerine gitmek için bir merkeb alır.İlk günlerde redingotunu üzerinden çıkarmayan Âgâh Bey, şimdi bol entariler içindedir.Hikaye, Âgâh Bey’in hükümet erkanına ayak uydurması sonucunda, bulunduğu bu kasabaya gelirken kafasında yaşattığı ideallerin yitirilmesiyle son bulur.

            ŞAHIS KADROSU: Hikayenin asıl şahsı Âgâh Bey’dir. Âgâh Bey dünya gidişinden habersiz, kuransal görüşlerle büyümüş dik başlı, kuru zevkli bir adam diye tanıtılır.O, mülkiyeden çıktıktan sonra Avrupa’ya kaçmış, fakat nüfuzlulardan  birinin aracılığıyla İstanbul’a dönmüştür.Tam dört ay Zaptiye Nezareti* tutukevinde sebepsiz alıkonulduktan sonra bu kasabaya Tahrirat Müdürü olarak atanmıştır.

            Tanzimat ve II. Abdülhamit devrinde Avrupa’ya kaçan, Yeni Osmanlı ve Jön Türklerin uyandırdıkları akıma uyan Âgâh Bey ne Avrupa’yı ne de Türkiye’yi bilen meçhul kahramanlardandır. Âgâh Bey ciddi çalışmaya, Avrupalı bir hükümet adamı olmaya karar vermekle beraber, şeftali bahçeleri ile meşhur kasabaya gelince gevşer.Bunun başlıca sebebi çevresi ile anlaşamaması ve yalnız kalmasıdır.Buradan hareketle onun şahsiyetini iki devreye ayırabiliriz.Birincisi, kasabaya geldiği ilk günlerdeki davranışı; ikincisi ise çevreye uyduktan sonraki hayatıdır.Başlangıçta belirsizde olsa birtakım fikirlere, ideallere, kıymet hükümlerine sahip olan Âgâh Bey, çevresine uyduktan sonra, etrafındakiler gibi zevk ve rahattan başka bir şey düşünmez.

            Hikayede bir değişim peşinde koşan Âgâh Bey’in sadece nutuklarında bir dinamiklik görebiliriz.Avrupa görmüş, nazari bilgilerle yetişmiş bu şahıs, yönteminin de yanlışlığıyla ideallerini gerçekleştirememiştir.Hikayede Âgâh Bey’in çok ateşli tavırlar içersinde olmasına rağmen halka inmediğini görüyoruz.Bu da bize nazari bilgilerin Anadolu insanına uymadığını, yurdun gerçeklerini tam olarak tanımadan Avrupalı olmanın yetmediğini göstermektedir.

            Diğer Şahsiyetler: Hikayede kasabanın kendi halkından şahıslara rastlanmaz.Buna karşılık eğlenceye düşkün hükümet erkanından şahıslar vardır.Bunların ortak özellikleri; suya sabuna dokunmamak, zevk ve eğlenceye düşkün olmaktır.Terfi ümidinde olmadıkları için resmi işlere önem vernezler.Bu şahısların özelliklerini ve görevlerinin ne olduğunu Âgâh Bey’le olan konuşmalarından çıkarıyoruz.

           Kadı: Hikayede aşkın safasını, rindliğin lüzumunu anlatan bir karakterdir.
           Muhasebeci: Eğlence mekanlarına Âgâh Bey’i götürmeyi başaran bu şahıs rakı mübtelasıdır.
          

*Eski idarede, emniyet işleri gören bakanlık. 
           Evkaf Memuru: Âgâh Bey’le ilk karşılaşmasında onun bekar olduğunu öğrenen ve bu konuda kasabada yokluk çekilmeyeceğini söyleyen şahıstır.Hikayede Âgâh Bey’i erkeğe alışkın kadınlarla tanıştırır.

           Mtasarrıf: Hikayede kasabada işlerin az olduğundan, rahatına bakmasından, yorgunluk almasından bahseden kişidir.Rahatına düşkün olan bu adamın yeni yaptırdığı havuzun başındaki eğlenceleri hikayede geçmektedir.

          Ceza Reisi: Âgâh Bey’i evlendirmek isteyen bir tip olarak karşımıza çıkar.

          Alaybeyi: Altmış beş yaşında yaşlı bir insandır.O da diğerleri gibi zevk ve eğlenceye düşkündür.İlk karşılaşmalarında Âgâh Bey’e selatin (sultanlar) hamamını tarif etmiştir.

          Eski Tahrirat Müdürü: Hikayede geriye dönüş yoluyla bir defa anılır.Bunun sebebi de Âgâh Bey’in diğer memurlara uymaması neticesinde hükümet ricalinin onu arar olması dolayısıyladır.Genel eğlence atmosferine uyan, aynı zamanda şair olan eski tahrirat müdürü hikayede çapkın bir İzmirli olarak tanıtılır.

          Bunlardan başka hikayede bu eğlencelerin âleti olan iki kadın daha vardır.Biri esmer, uzun boylu, endamlı, tatlı gözlerle derin bakışlı; diğeri ise sarışın, büsbütün iri, gösterişli diye vasıflandırılmıştır.İsimleri verilmeyen bu şahısların, diğer şahıslara nazaran fiziki tasvirlerinin yapıldığını görüyoruz.Hikayede bu iki kadın ve Âgâh Bey hariç, diğer şahısların ne fiziki ne de psikolojik tasvirleri yapılmıştır.Şahısların özelliklerini bir dinamizm içinde konuşmalardan çıkarıyoruz.

           ZAMAN: Vak’a zamanı bir yaz günü Âgâh Bey’in tahrirat müdürü olarak bu kasabaya gelmesiyle başlar ve bir sonraki yaz mevsimine kadar devam eder. Âgâh Bey sıcak bir yaz günü geldiği bu kasabada kış mevsimini de geçirmiştir.Kış mevsiminin gelişiyle hükümet memurlarının yaşayışlarında bir değişiklik olmaz, sadece eğlence mekanları değişir.Bahçeliklerin yerini, helva muhabbetleri yapılan hamamlar alır. Âgâh Bey bu kasabada ikinci yaz mevsimini de görmüştür.Bir yaz günü geldiği yaz mevsimini de sayarsak, Âgâh Bey ikinci yaz mevsiminde de buradadır.Yani hikaye yaklaşık bir senelik bir zaman dilimi içersinde geçmiştir.

           “Şeftali Bahçeleri”nde zamanı eğlenceler tayin eder.Burada bahar tâ kışa kadar uzar.Baharın uzaması zevk ve eğlence hayatını da uzatır.Akşam üzerleri hükümet memurları heybelerine rakılarını koyar, merkeplerine biner, şeftali bahçelerine giderler. Gece  geç vakit kasabaya dönülür.Ağustos içinde av başlar.Kış gelince gece toplulukları başlar, helva sohbetleri yapılır.O meşhur ihtişamlı hamamda turşulu yemekler yenir.

Kozmik zaman olarak gece, ikindi vakti, ikindi güneşi, geç vakitler,  gündüz, akşam, sabah gibi ifadelere yer verilir.Hikayede ikindi üzeri kozmik zamanına sık sık vurgu yapılır.Bunu, memurların kalemlerini terkettikleri saatlerin yaklaşması ve gece eğlencelerinin başlayacağı zamanı işaret etmesi olarak anlayabiliriz.

MEKÂN: Hikayede ana mekan bir Anadolu kasabasıdır.Ancak bu kasabanın adı verilmemiştir.Sadece  “...Akdeniz sırtındaki bu memleket...” diye sözü edilmiştir.Burası doğal güzellikleri ile, eğlenceleri ile uzak diyarlara kadar ün yapmış bir bölgedir.Hikayeye ismini de veren şeftali bahçeleri hükümet erkanının sürekli eğlenceler düzenledikleri yerlerdir.Nitekim hikaye şeftali bahçelerinin,  dolayısıyla yörenin doğal güzelliklerinin anlatılmasıyla başlar.

Irmağa giden yol, kasbadan kurtulunca, göz alabildiğine uzanan sayısız şeftali bahçeleri arasından geçerdi.Haziran içinde bile taşkın dere ayaklarının çamurlu, ıslak tuttuğu bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, kızgın güneş, ağaçların tepelerinde meyvaları pişirirken,  rutubetli toprakta birbiri arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı.Suların serinliği, taze ot kokusu, gölgelik ve bereket içinde bahar bu bahçelerde tâ kışa kadar uzanıp giderdi.

Bu hikayede çevre tasvirleri çok canlıdır.Pek yaman  dikkatli gözlemciliği, incelikleri ve ayrıntıları yakalama kabiliyeti dolayısıyla Refik  Halid  Karay’a ressam–muharrir sıfatı verilmiştir.Bu ressam-muharrir renk, ışık, koku, biçim duygularını binbir teşbih ve zekâ oyunuyla  belirtip gözler önüne getirmekte eşsizdir.

Her tarafa taşkın bir şeftali kokusunun dolup sindiği durgun sıcak günlerde işsizler takım takım kasabadan inerler, ırmakta yıkandıktan sonra gelip gölgeli çimenlerde yatarlardı.Yüksek dallardaki fazla olgun, ballı şeftaliler saplarından kurtularak dolgun, yumuşak bir sesle yerlere, çimenler içine, yatanların üzerine durmamacasına yavaş yavaş dökülürlerdi.

Hikayede önemli bir yer tutan doğa / tabiat tasvirlerine karşılık mekân tasvirleri çok azdır.Mesela Âgâh Bey’in evinden sadece, “...bahçe üstündeki odaya nargilesini kurup köşeye geçiyordu.Gelsin sohbet...Kabarık şilteli rahat köşe minderinin, yan uastıklarının arasında vücudu gevşiyor, gitgide genişliyordu.” diye söz edilir.

          Bunların dışında değirmen, hamam, mutasarrıfın havuzu gibi mekanlar da vardır.Ancak bunların ayrıntılı tasvirleri yapılmamıştır.Boğaziçi, İstanbul Mahmutpaşa çarşısı ve İzmir’in de adı geçer.

BAKIŞ AÇISI: Hikaye yazar-anlatıcı tarafından okuyucuya anlatılmaktadır.Sadece Âgâh Bey’in geçmiş hayatı ve Eski Tahrirat Müdürü geriye dönüş yoluyla analtılmıştır.Olaylar daha çok geniş zaman içinde verilir.Hikayede diyaologlara fazla yer verilmemiştir.

DİL VE ÜSLÛP: Hikayenin dili akıcıdır.Az da olsa Arapça ve Farsça kelimelere de
rastlıyoruz.(Tahrirat, evkaf, mutasarrıf, imarat  vb. gibi.) Terkipli cümle hikayede yer almaz.
Hikaye bir Anadolu kasabasında geçmesine rağmen, halkın konuşmalarına yer verilmez, hiçbir halk deyimine rastlanmaz.Hikaye bir  aratabaka insan grubu etrafında şekillenmiştir.

Hikayede duyulara dayanan bir üslûp kullanılmıştır.Yazar hikayede bütün duyular tavsif etmeye büyük önem verir. “Sinirleri gevşeten meyve kokusu”, koku, “sıcak  rüzgarlar”, dokunma, “göz alabildiğine uzanan şeftali bahçeleri”, görme duyuları ile ilgilidir.Yazar âdeta hikayesindeki şahıslar gibi dünyayı duyu organlarına çarpan sesler, renkler, kokular ve dokunmalara  göre idrak eder.Bir cisim çok defa değişik duyulara ait birkaç kelime ile tavsif edilir:
“Her tarafa taşkın bir şeftali rayihasının dolup sindiği durgun, sıcak günler” ; “yüksek dallardaki fazla olgun, ballı şeftaliler”; “dolgun yumuşak bir ses” gibi.Varlığı duyulara göre bütün özellikleri ile tavsif eden bu üslûp, “Şeftali Bahçeleri” nde âdeta yarı baygın yaşayan, hareket etmayen, durgun, geçmiş ve gelecekle ilgisi olmayan, düşünmeyen insanların hayat üslûplarına uygundur. 

Refik Halid Karay’ın hikayelerinde dekor ve peyzaj olayın akışına yardım edecek; kahramanların ruhi durumunu aydınlatacak tarzda kaleme alınmıştır.Bütün bunlar realist hikayede görülen hususiyetlerdir.Başlangıçta idealist olan Âgâh Bey’in üzerinde redingotla nutuk attığı sahnelerin yerini Âgâh Bey’in bol entarili sahneleri alır.Bu da hikayede peyzajın, kıyafetin olay ve kişi bağlantılarını göstermekte son derece önemli olduğunu gösterir.Burada mekan-insan ve insan-insan ilişkisini açık bir şekilde görüyoruz.   
Refik Halid Karay’ın Dil Hakkındaki Görüşleri: Fecr-i Âtî Beyannamesi’ne imza atan Refik Halid Karay, bu dönemleri ve dil hakkındaki görüşlerini şöyle açıklar: “Bizi Edebiyat-ı Cedide’den belli başlı ilk ayıran fark lisan farkıdır.Elimizde farkına varmadan, zorlamadan tabiî bir itişle lisan sadeleşiyordu.Bir gün Rumeli’den bir ses çıktı, ‘terkipleri atınız’, bu seda Fecr-i Âtî’nin kulağına hoş geldi.*
1918’de Ruşen Eşref’in sorularına verdiği cevaplarda, “...Bizim bir dilimiz var ki, 
                                                                                                                                                                                                  

*Şerif Aktaş,Refik Halid Karay,Kültür Bakanlığı Yayınları, s.17 

bu yarının dili olacaktır.” diyen Refik Halid “Genç Kalemler” hareketine    katılmamasına 
karşın Türkçenin sadeleşmesinden yanadır.Edebiyatın halka karşı yükümleri olduğu düşüncesindedir.Dili bulduk.Şimdi halkı öğreneceğiz ve âdileşmeden kendimizi halkla meşgul edeceğiz.Bize bir Rus edebiyatı lâzım.Yani halkın acılarına iştirak eden, ihtiyaçlarını duyan, emellerine şekil veren bir edebiyat...” diye konuşur.

YORUM : Refik Halid Karay, 1910’da daha Anadolu’ya sürgün edilmeden yazdığı “Komşu Namusu”nda, memurların dairede uyuşukluk içinde vakit geçirmelerini, birbirlerinin hususi hayatıyla ilgili dedikodularla meşgul olmalarını anlatmıştır.1915’te Sinop’ta kaleme aldığı “Şaka”da iş saatleri dışında nasıl eğlaendiklerini, ne ile vakit geçirdiklerini ve neye ihtiyaç duyduklarını ifade etmiştir.1919 yılında Feneryolu’nda yazdığı “Şeftali Bahçeler”nde, diğerlerinde söz edilen memurlarla bu kasabada hizmet görenlerin eğlence konusunda birleştirildiğini görüyoruz.Akdeniz sırtındaki bu Anadolu kasabasında çalışan memurlar, “Komşu Namusu”, “Sarı Bal” ve “Şaka” daki gibi eğlence ve içkiyi seven insanlardır.Ancak “Şeftali Bahçeleri”nde bu memurlar arasına yeni katılan Tahriray Müdürü Âgâh Bey’in şahsında yeni ve ideal memurun ortama nasıl uyduğu, uymaya mecbur edildiği anlatılarak hem bu sınıfın nasıl teşekkül ettiği belirtiliyor hem de yeni bir problem -gerçek şartlardan habersiz, nazariyatla yetişmiş ideal bir memur tipinin eskilere uyması gerçeği - ortaya konuluyor.

Refik Halid “dili hallettik, halkı öğrenmemiz gerekir” düşüncesinde olan bir yazardır.Gerçekten “Şeftali Bahçeleri” adlı hikayenin dil problemi yoktur.Akıcı bir ifade tarzı kullanılmıştır.Hikayede hiç bir kasaba ahalisinin olduğunu söyleyemeyiz.Hikaye tamamen aratabaka insan grubu etrafında şekillenmiştir.Bu tabaka kasabanın ahalisine de statikliği aşılamayı başarmıştır.Hikayede bir dinamizm içinde tanıdığımız bu hükümet memurlarının aksine, hiç bir alt tabaka insanının statik yapıya karşı geldiği görülmez.Hikayede alt tabakadan bir şahıs eksikliği vardır.Burada Âgâh Bey’in fikir ve yöntemlerinin yanlış olduğunu  düşünebiliriz. Âgâh Bey bir aratabaka insanıdır, büyük idealleri vardır.Çalışmaya ve kalkınmaya yönelik olan bu ideallerini hikayede hiç bir alt tabaka insanıyla paylaşmaz.Avrupa görmüş birisi olmasına rağmen halka inmemiştir.Bu da onun genel yapıya uymasını zorunlu kılmıştır.Üzerinde redingotuyla Avrupalı bir memur olacağını tasarlayan Âgâh Bey, yönteminin yanlışlığıyla hikayede bol entariler içinde keyfine bakan bir kişi durumuna gelmiştir.
     
 Âgâh Bey’in idealleri nasıl yok olup gitmiştir?

Âgâh Bey’in ideallerinin yok olmasına sebep olan üç faktör vardır.Bunları hikayenin gidişatına göre şöyle sıralayabiliriz:
İlk olarak diğer memurlara uymayan Âgâh Bey’i, masum bir faaliyet olarak gözüken spor yani av sporu ile ideallerini yok etmişlerdir. Âgâh Bey, diğer memurlarla birlikte hergün bağlara yayılmakta, çil keklik avı yapmaktadır.
İkinci olarak Âgâh Bey’i diğer memur arkadaşları içkiye alıştırmıştır.İlk defa gittiği şeftali bahçelerinde diğer memurlar gibi eğlencenin her türlüsünü tatmış ve bu arada sunulan özel yapılmış içkilerden içmiştir.Bundan sonra da Âgâh Bey hikayede bir içki müptelası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Son olarak erkeğe alışkın kadınlar Âgâh Bey’i yoldan çıkarmışlar ve onun ideallerini gerçekleştirecek olan çalışmalarını engellemişlerdir. İşte bütün bu sebepler Âgâh Bey’in çalışma hayatını etkilemiş ve sonuçta ideallerinin yok olmasına sebep olmuştur. 

Müşehedat - Ahmet Mithad Efendi



DÖNEMİN KÜLTÜR HAYATININ BELGESİ OLARAK   MÜŞAHEDAT ROMANI

This article is about Müşahedat novel that is written by Ahmet Mithad Efendi. And it will be analyzed


Ahmet Mithat Efendi, 1844 yılında doğmuş ve zor şartlar altında çocukluğunu geçirmiş, attar çıraklığı yapmış, okuma yazma öğrenmiş ve ilerde eserlerinde bol bol kullanacağı zengin bilgiler toplamıştır. Biraz derbeder biraz havai bir gençlik sürdürmüştür. Avareliğinden usanan ağabeyinin azarı üzerine kahramanca evi terk eden Mithat Efendi, daha sonra bir işe girer. Ahmet Mithat Efendi, bundan sonra işin kurtarıcılığına, alın teriyle kazanılan paranın kutsallığına inanır. Bu inanışın etkisini hemen hemen tüm eserlerinde görmek mümkündür. Berna Moran’a göre, ’Yazara dönük biyografik eleştiri sanatçının kişiliği ile eserleri arasında sıkı bir bağ olduğu ilkesine dayanır. Bu ilke başlıca iki amaçla kullanılabilir.
1)      Eseri aydınlatmak için sanatçının hayatını, kişiliğini incelemek
2)      Sanatçının psikolojisini, kişiliğini aydınlatmak için eserlerini bir belge gibi kullanmak

Ahmet Mithat Efendi’nin eserleri ele alındığında ‘’şahsi macerası’’ ortaya dökülür.
Ahmet Mithat Efendi, inanılmaz derecede iyimser bir insandır. Şartlar ne olursa olsun o şartların içinde insanın mutlu olmasını hedefler. Ahmet Mithat, çağının diğer yazarları gibi İslamiyeti sürekli Hıristiyan Batı karşısında savunmak mecburiyetinde kalmış bir şahsiyettir. Müdafaa adlı eserinde bunun üzerinde durur. Batı ile Doğuyu sürekli karşılaştıran Ahmet Mithat’ın bahsetmediği hiçbir şey yoktur diyebiliriz. Ahmet Mithat, tabii olmayan eğitime, terbiyeye karşıdır. Eserlerinde batıl inançları alaya alır. Dil konusunda da tutumu konuşulan dille eser yazmaktır. Ahmet Mithat Efendi, Osmanlıdır. Osmanlı Devleti’ndeki çok ulusluluğa rağmen oluşan yekpareliği, bütünlüğü açıklar. Ahmet Mithat için eğitim esastır. Eserlerinde her zaman çalışkan kahramanları ödüllendirir; mirasyedi, tembel, doğuştan şanslı ama bu şansın kıymetini bilmeyen kahramanları cezalandırır. Ev, eserlerinin önemli bir unsurudur. Cezalandırdığı kahramanın elinden evini alır, ödüllendirdiği kahramana ev aldırır. Ahmet Mithat’ın bu tavrı, çalışmaya ve çalışkanlığa verdiği önemin sonucudur. Öyle ki Felatun Bey ve Rakım Efendi romanındaki Rakım Efendi karakteri Ahmet Mithat Efendi’nin kişiliğinden bir yansımadır. Düşmüş kadınları ise eserlerinde kurtarmaya çalışır. Bu tür eserleri yazmaktaki amacını da ‘’bir kanalizasyon çukurunun üzerine asılan fener gibi’’ tehlikeyi göstermek olduğunu ifade eder. Macera romanları, tarihi romanlar yanında ilk polisiye dedektif hikayesinin de yazarı Ahmet Mithat Efendi’dir. Ahmet Mithar Efendi romanın hemen hemen her türünde eser vermiştir.  Esaret, kadının durumu, çok kadınla evlenme gibi Avrupa’da tartışma konusu olan noktaları Ahmet Mithat Efendi, batılı kahramanların karşısında savunur. Onun öğretici olmayan tek bir romanından bile söz etmek mümkün değildir.

Prof. Dr. Mehmet Kaplan Ahmet Mithat’ın eserlerini dönemin kültür hayatını aydınlatacak belgeler olarak görür.

O romanları sayesinde roman sanatını tanımayı hedeflememiştir. Onun hiç değişmeyen yegane hedefi, okuyucusunu eğitmek, onlara bir şeyler öğretmektir. Bundan dolayı Mithat Efendi, destan ve halk hikayesinden modern romana geçişte, çok önemli bir görev yüklenmiştir. Romanını oluşturan bütün unsurlar öğretmek ve eleştirmek istediği fikirlere bağlıdır. Eğitici amacı ön planda tutan Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarında romantizm akımının izleri görülür. Bunun yanında eserlerindeki yaşantı ürünü olan tasvirleri oldukça fazla ve içtendir. Mithat Efendi’nin ilk eseriyle son eseri arasında roman tekniği bakımından herhangi bir gelişme gözlenmez.

Ahmet Mithat Efendi, üsluba ve tekniğe özen göstermemiş bir halk romancısıdır. Eserlerinin çoğu İstanbul’da geçer.19. yüzyıl sonu İstanbul’unu tanıtmak için Ahmet Mithat’ın eserleri yol göstericidir.
Ahmet Mithat, roman yazarken geleneksel hikayeciliğimizi sürdürür ve okura sık sık seslenerek ona sorular sorarak bir konuşma havası içindedir.  Bunun yanında meddah ağzını kullanması, olayların akışını keserek araya girmesi, okurla sohbet etmesi onun romanına başka bir özellik kazandırır. Üçüncü kişi ağzından anlatılan romanlarında, yazarın kendini belli edişinin dereceleri vardır. Bazen anlatıcı olarak ortadan silinebileceği gibi, bazen okurun dikkatini çekerek çok fazla sohbet havası da yaratabilir. 

Tahliline çalıştığım Müşahedat isimli roman, Ahmet Mithat Efendi'nin ''Natüralist bir roman nasıl yazılır?'' düşüncesi etrafında şekillenmiş bir romandır. Öyle ki Ahmet Mithat burada hem romancı hem de roman kahramanıdır. Bunu daha güçlü bir gerçeklik duygusu uyandırmak için yapar.  Bu romanı neden yazdığını kitabının başında okuyucularına ''Kariinle Hasbıhal'' başlığı altında belirtmiştir. Natüralist akımının babası olan Emile Zola ve onu takip edenleri bu bölümde hayatın sadece çirkinliklerini, fenalıklarını, ahlaksızlıklarını gösteriyor, natüralizm sadece kötüyü mü göstermektir, hayatın içinde hiç iyi şeyler yok mu, diye eleştirir. Roman boyunca hem bunun eleştirisine yer yer değinmiş, bunun yanında romanın yazılış macerasını da yaptığı gözlemler ve roman kahramanlarından dinleme sonucu kaleme almıştır.  Bu, Ahmet Mithat Efendi'nin denediği yepyeni bir tekniktir.  Yer yer yazar, burada kendinden de bahseder. Bu romanı da hem iyiyi hem de kötüyü yazdığı tabii bir roman olarak nitelendirir. Daha önce Batı'da bile denenmemiş bir roman yazmakla gurur duyar. 

Şekil özellikleri ve olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekan, konu, fikri arka plan, bakış açısı ve anlatım tekniği başlığı altında tahlil etmeye çalıştığım romanın olay örgüsüne değineceği

 ŞEKİL ÖZELLİKLERİ VE  OLAY ÖRGÜSÜ

20 Mart 1891'de Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilip daha sonra aynı yıl kitap halinde yayınlanmıştır. ''Bir Takip'', ''Bir Tacir Çırağı'', ''Antuan Kolaryo'', ''Seyyit Mehmet Numan'', ''Müşkülat-ı Muğlaka'', ''Cehl ve Acz'', ''Ceza'', ''İnkişaf-ı Esrar'' başlıklı sekiz bölümden meydana gelmektedir. Roman bir takiple başlayıp yine takiple son bulur.  İlk olarak birinci bölümde roman kahramanlarından Agavni'nin hikayesi anlatılır. Daha sonra Seyyit Numarı'ın hikayesine geçilir. Bundan sonra da yazar, roman kahramanlarından Siranuş'un hikayesini yazar. Siranuş'un da hikayesinden sonra, Refet ile Siranuş'un aşkını anlatır. Roman 566 sayfadan oluşmaktadır. 
Ahmet Mithat Beykoz'da oturmaktadır. İstanbul'daki matbaasına gitmek için Şirket-i Hayriye'nin vapurlarına biner.  Bu vapurlarda, işe giderken yoldaki zamanı da değerlendirmek için, romanları, yazıları üzerine vapurda da çalıştığından bahseder. Vapurda çalışanlar Ahmet Mithat Efendi'ye yazması için bazı imkanlar tanır, yardımcı olur. Ahmet Mithat Efendi, yolculukları sırasında hep dikkatli ve gözlemcidir. İşinin gereği budur. Bir gün vapurda yanına biri yaşlı ikisi genç olmak üzere üç kadın gelir. Ahmet Mithat Efendi, bunlardan yaşlı kadın ile konuşup oturdukları yerin kadınlar için ayrılıp ayrılmadığına dair tartışır. Daha sonra aralarında Fransızca konuştuklarını anladığı biri yaşlı kadının yanındaki biri sarışın diğeri esmer olan kadınların konuşmalarını dinler. O günlerde de aklında tabii bir roman yazma düşüncesi vardır. Bu konuşmaları dinledikten sonra kendisine malzeme çıktığını düşünür ve kadınları vapur çıkışı takip eder. Kadınlar Beyoğlu'nda bir eve girerler. Ahmet Mithat'ta biraz tereddüt ettikten sonra bu evin kapısını çalar ve evin hizmetlisine kartvizitini vererek  bayanlarla görüşmek istediğini söyler. Esmer olan kadın, Ahmet Mithat'ı daha önceki yazılarından tanıdığı için onunla görüşmeyi kabul eder. Bu esmer kadının adı, Siranuş'tur. Ahmet Mithat, Siranuş'tan romanı için hikayesini anlatarak ona yardımcı olmasını ister. Diğer sarışın olan genç kadının adı ise Agavni'dir. Agavni ve Siranuş, Ahmet Mithat Efendi'ye yardımcı olmayı kabul ederler.

 İlk önce Agavni hikayesini anlatmaya başlar. Anlattığı hikayede Refet isimli bir gençtir sıkça bahseder. Bu genç, Seyyit Numan adlı bir tüccarın yanında çalışmaktadır. Ahmet Mithat Efendi, Refet'i bulmak için bu tüccarın mağazasına gider. Refet ile tanışır ve onu çok sever. Kısa zamanda iyi arkadaş olurlar. Agavni'nin anlattığı hikayede eksik yerleri, Refet tamamlar. Agavni, Refet'in metresidir. Bu hikayeyi yazma aşamasında Refet, Siranuş ve Agavni Ahmet Mithat'a yardım ederek romanı yazmaya devam ederler. Agavni, Antuvan Kolaryo adlı bir Laventenin kızıdır. Agavni'nin babası, ilk olarak Novart diye bir kadınla evlenir, fakat kadın başkasından hamiledir. Antuvan Kolaryo, Katolik mezhebine sahiptir ve karısından bu yüzden boşanamaz. Fakat artık karısıyla arasından bütün karı-koca ilişkileri sona ermiştir. Novart çocuğunu doğurduktan sonra, bu çocuğun Agavni'nin babasının çocuğu olduğunu etrafındaki herkese söyler.  Bu gayr-i meşru çocuğun adı Karnikt'tir. Daha sonra Novart, yine başkasından ve yine gayr-i meşru olarak Takuhi adlı bir kız çocuğu doğurur.Agavni'nin babasının ise mezhebi gereği başkasıyla evlenme yasağı olduğu için,  Maryam adında dul bir kadınla beraber yaşamaya başlar. İşte Agavni'nin annesi Maryam'dır. Novart'ın ise yaşadığı o lüks hayat servetin kaybetmesiyle son bulur ve fakirlik içinde Novart ölür. Novart'ın kızı Takuhi de annesi gibi kötü yola düşer ve daha sonra hamileyken düşük yaptığı için o da ölür. Novart'ın oğlu Karnik'i ise Seyyit Mehmet Numan yanına alır. Agavni'nin annesi ve babası da vefat eder. Ve Agavni bir manastıra yerleştirilir. Manastırda çocukluğunu ve gençlik yıllarının ilk dönemini geçirdikten sonra Madam Ç'nin pansiyonunda ve onun himayesi altında eğitimine devam eder. Agavni'nin babası zengin bir adamdır ve Agavni'ye büyük miras kalmıştır. Agavni reşit olma yaşı yirmi bire kadar bu mirası alamaz. Yirmi bir yaşına girdiği gün Madam Ç'nin yanından ayrılır ve Beyoğlu'nun o lüks alemine dalar. Fakat burada kötü bir şöhret edinir. Refet'i de bu bulunduğu kötü ortamlarda tanır. Refet de genç, babasından kalan parayı bu ortamlarda yiyen bir mirasyedidir. Bu ortamlarda parasını kaybeder. Refet, Agavni'ye karşı büyük bir aşk besler ve Agavni onu redddeder. Fakat iki mirasyedinin servetinin tükenmesiyle Agavni içinde bulunduğu o kötü yaşamdan kurtulmak için Refet'ten yardım ister ve teklifini kabul eder. Refet böylece Agavni ile metres hayatı yaşamaya başlamış,Siranuş'u da Agavni'nin arkadaşı olma dolayısıyla tanımıştır. Agavni'nin hikayesi birinci bölümde yer alır.

 Sırada ise Seyyid  Mehmed Numan'ın hikayesi vardır. Seyyit Mehmet Numan, herkes tarafından çok sevilen Mısır'lı Arap bir tüccardır. Mısır'da büyük bir çiftliğin ürünlerinin ticaretini yapar. Abbas Paşa'nın Mısır'da iktidara gelmesiyle İstanbul'a gelmiştir. Yetmiş yaşındadır. İstanbul'a geldiğinde kendisine memurluk teklif edilir fakat o bunu kabul etmez. Çünkü memurdan ziyade iyi  ticaret yapan insanların olması gerektiğini düşünür. Birçok çocuğu olmuş fakat tek hayatta kalanı hasta, cahil kızı Feride'dir. Karnik, Seyyid Mehmet Numan'ın yanında çalışmaktadır ve servetinin farkındadır. Karnik, tüccarın servetine sahip olabilmek için din değiştireceğini ve kızı Feride ile evlenmek istediğini tüccara söyler. Tüccar kızından eş olamayacağını, hastalıklı, çirkin, cahil olduğunu bilir ve Karnik'in bu düşüncesinin nedeninin kızına olan sevgisi değil de serveti olduğunu anlar. Seyyid Mehmed Numan, bu evliliğe soğuk bakar ve kızını vermez. Bunun üzerine Karnik, Siranuş ile evlenmek ister. Seyyid Mehmed Numan, Karnik'in bir yuva kurmasına sevinir ve Siranuş'un da bu evliliğe razı olması üzerine onlara para yardımında bulunur. Karnik'in bu evlilikteki amacı da Siranuş'un servetinden faydalanmaktır. Nikah kıyılmadan önce Karnik koca sıfatıyla bu parayı elde eder.  Kilisede yapılacak olan törene gitmez. Ermeni, yaşlı, evli bir kadınla kadının kocasının ve Siranuş'un paralarını alarak yurtdışına kaçar. Paris'te yakalanır ve işlediği diğer suçlarla birlikte hakkında ölüm kararı çıkar. Yanındaki yaşlı kadını ise, gayr-i meşru bir eve bırakır. Siranuş ise servetinden olmuş, parasız bir duruma düşmüştür. Bu durumdan Seyyid Mehmed Numan kendini sorumlu tutar ve Siranuş'un geçimini üzerine alır. Bu bölüme kadar yazılanlar Ahmet Mithat,  Refet, Siranuş ve Agavni tarafından yazılır. Seyyid Mehmed Numan da temize geçilirken eksikleri tamamlar. Bütün roman kahramanları, romanın yazılmasına yardımcı olmuştur.

Bundan sonra Siranuş'un hikayesine geçilir. Siranuş bu bölümde hikayesini Ahmet Mithat Efendi'ye anlatır ve okuyucu bu süreci takip edemez. Romancı anlatılanları kağıda geçirdikten sonra toplu olarak roman kahramanlarına okur  ve okuyucu hikayeyi öyle öğrenir. Ahmet Mithat Efendi okudukça roman kahramanları yanlışlıkları, eksiklikleri düzeltirler.

Siranuş, Ermeni'dir. Babasının adı Ali Osman Topuz'dur ve gemi zabitidir. Siranuş'un annesi ise Ermeni olan Takuhi Benet Kazar'dır. Annesi ile babası evlenmeden Siranuş dünyaya gelince, nikahsız çocuk doğurma korkusuyla annesi Siranuş'u Ermeni Patrikhanesi'nin önüne bırakır. Siranuş başka Ermeni bir aileye verilir. Bunu öğrenen babası çocuğunu geri alır. Anne babasının ölümüyle Siranuş'un bakımını Ermeni Patrikhanesi üstlenir. Siranuş bu nedenle Hıristiyan olarak yetişir. Daha sonra Agavni'nin de bulunduğu pansiyona yerleştirilir. Agavni ile burada tanışırlar.

Roman yazılırken Siranuş'un hikayesinin de eksik ve yanlışları da roman kahramanları yardımıyla düzeltilir. Seyyid Mehmed Numan'ın kızı Feride de, Refet karşı his beslemeye başlar. Bunu ailesine söyler. Babası ise bu evliliği doğru bulmaz. Çünkü kızı eş olacak kriterlere sahip değildir. Refet ise kendini geliştirmiş, beğenilen bir gençtir. Üstelik Agavni ile hala ilişkisi vardır. Feride her şeyin farkındadır. Ve Yahudi katiller tutarak Agavni'yi öldürtür. Cinayet vapurda gerçekleşir. Yahudi Agavni'yi denize atmaya çalışırken Agavni adamı da beraberinde suya çeker ve ikisi de ölür. Feride bu olay üzerine duyduğu vicdan azabı sonucu çok üzülür, akli dengesini kaybeder ve ölür. Seyyid Mehmed Numan kızının ölümü üzerine yıkılır, ticareti bırakıp Hicaz'a gider. Daha sonra Medine'de öldüğü haberi gelir.

Artık Agavni, Karnik, Feride ve birçok kahraman ölmüştür. Ama Agavni, Karnik ve Feride'nin ölmesiyle, Siranuş ve Refet aşkı başlar ve bütün engeller ortadan kaldırılmıştır. Seyyid Mehmed Numan'ın ölümüyle Siranuş'un geçimini Ahmet Mithat Efendi üstlenmiştir. Siranuş'un kendi ayakları üzerinde durabilmesi için ona Fransızca ve piyano hocalığı işlerini bulur. Bu bölümde Ahmet Mithat Efendi ile Siranuş arasında adeta baba-kız ilişkisi görülür. Ahmet Mithat Efendi ise, Refet ile Siranuş arasındaki yakınlığı, yaptığı takipler sonucu öğrenir. Onları gayr-i meşru bir ilişki yaşıyorlar sanar. Daha sonra gerçeği öğrenir ve evliliklerine onay verir.  Evlenmesi için Siranuş'un babasına ait evraklarını Ahmet Mithat Efendi patrikaneden alır. Evrak arasında babasıın Siranuş'a bıraktığı bir mektup ve bir de yağlı boya resmi vardır. Mektupta kızına bütün hayat hikayesini yazmış, dinini kendi seçmesini söylemiştir. Siranuş da romanın sonunda Müslüman olur ve Refet ile evlenir. Seyyid Mehmed Numan'ın da roman sonunda vefat ettiği öğrenilir.
Yani Müşahedat, roman kişilerinin kendi romanını yazdığı bir eserdir. 
                                                       

 ŞAHIS KADROSU

Romanda merkezi yeri teşkil eden şahıslar Agavni, Siranuş, Refet Bey, Seyyid Mehmed Numan ve Ahmet Mithat Efendi'dir.
Siranuş: Yirmi yaşlarında, esmer, iri siyah gözlüdür. Heybetli ve çok güzeldir. Fransızcası  iyi, Türkçesi ise hafif Ermeni aksanı dışında kusursuzdur. Mükemmel piyano çalar. Adeta bir müzisyen olan bu genç kadın edebiyatla da ilgilenir; Ermeni harfleriyle yazılmış Türkçe eserler okumuştur ve Ahmed Midhat’ı da tanımaktadır. Siranuş, o kadar zeki o kadar çalışkandır ki, küçük bir çocukken başladığı yatılı okulda daha önce hiçbir öğrencinin gösteremediği başarıyı göstermiş, bundan sonra Fransızca ve müzik eğitimi için gönderildiği pansiyonda, hemen ilk günlerden ahlakı, yeteneği ve başarısıyla herkesin dikkatini çekmiştir. Ahmed Mithat’ın teşvikiyle piyano ve Fransızca dersleri vermeye başlamış, kısa sürede bir öğretmen olarak girdiği ailenin de sevgi ve hayranlığını kazanmıştır. Siranuş’un en fazla dikkati çeken özelliklerinden biri de, olaylar karşısındaki sağlam duruşu, hiçbir zaman kendi kontrolünü kaybetmeyişidir. Ahmet Mithat, onu ilk gördüğünde sert mizacını çok sevmiştir. Karnik'in kendisini aldatıp bütün parasını alarak kaçıp gittiğini anlatırken de, kedere yenilmez. Agavni’nin ölümü üzerine sarsılmış, hasta düşmüştür fakat yine de mantıklı, ağır duruşunu korumuştur. Siranuş Ermenice bir sözcük olup anlamı tatlıca seven demektir.

Agavni: Agavni, sarı saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli bir kadındır. Neredeyse Siranuş’la aynı eğitimi görmüş olmasına rağmen onun kadar iyi piyano çalamaz. Bir rahibe okulunda yetişen Agavni’nin gözü Madam .Ç’nin pansiyonuna gelince açılıverir. Babasının vasiyeti gereği hayli varlıklıdır. Kendi yaşıtı ve daha büyük kızlarla dünyanın maddî manevî sefasına, cefasına dair feylesofluklara koyulduktan ve bu pansiyondan çıkarak vur patlasın çal oynasın âlemlerine daldıktan sonra, Refet’in himayesi altına sığınarak bu hayattan kurtulur.Agavni de Siranuş gibi birçok roman okumuştur; fakat onun bu romanları okuması Siranuş gibi kültürlü ve bilgili olduğunu göstermemektedir.Refet’in himayesi altına girdikten sonra bambaşka bir insan olan Agavni, artık yaptıklarından pişmandır. Bu yeni Agavni, Refet’e tam anlamıyla sadıktır ve onsuz sokağa bile çıkmamaktadır. Refet’e aşık olan Feride tarafından  Yahudi katile öldürtülür. Agavni ismi Ermenice, güvercin demektir. Agavni beyaz bir güvercin gibidir.

Refet: Refet yirmi dört, yirmi beş yaşlarında, kumral, orta boylu bir gençtir. Rüştiye’yi bitirmiş, biraz Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiştir. Yakışıklıdır, zekidir, iyi ahlaklıdır. Üç çocuklu bir ailenin en küçük oğludur. Babasının yüklü bir miras bırakarak ölmesi üzerine, o da ilk gençliğinde Agavni gibi hevese yakasını kaptırmış fakat kısa zamanda akıllanmıştır.Önce Agavni Refet’e aşık olmuş ve bütün varlığını ona adamış, sonra Feride onun uğruna cinayet işlemeye razı olmuş ve ona kavuşamamanın acısıyla ölmüş, son olarak Siranuş’un da başından beri Refet’i sevdiği anlaşılmıştır, İhtiyar dudu dışında romandaki bütün kadınlar Refet’e aşık olmuştur. Refet isminin anlamı merhamet etme, esirgeme demektir. Bu ismin yansımasını Agavni ve Siranuş'u içine düştükleri kötü durumdan kurtarırken görebiliriz.

Seyyid Mehmed Numan: Romanda adı sıkça geçen ve bir nevi farkı dinlere ve cemaatlere mensup insanları buluşturan Seyit Mehmet Numan, bir Arap tüccardır. Kendisine Kıpti Numan da denilmektedir. Ticaretin erbabı, saygın güvenilir bir insandır. Kendisine İstanbul'a geldiğinde memurluk teklif edilse de o ticareti seçmiştir. Yetmiş yaşındadır ve tecrübeli, merhametli, parasını roman kahramanlarına vermesinden de anlaşılacağı üzere cömert, babacan, aydın bir kişidir. Feride adında bir kızı vardır. Onun ölümüyle Hicaz'a gider ve Medine'de ölür.
Ahmet Mithat Efendi: Romanın hem yazarı hem kahramanıdır. Gerçek hayattaki dürüst, çalışkan kişiliği burada da görülür. Babacan, sevilen bir karakterdir. Romanın sonunda Siranuş'un geçimini üstlenir ve babası gibidir.
Vartov Dudu: Romanın başındaki vapurda karşılaştığı Siranuş ve Agavni'nin yanında olan yaşlı kadındır. Ermeni'dir. 
Yahudi katil, pansiyondaki uşak ve geriye kalan diğer karakterler, tiptir.

 ZAMAN

Bu roman için Müşahedat'ı bir üstkurmaca roman olarak inceleyen Yavuz Demir şu yorumu yapmıştır: ''Zaman zaman içinde, roman roman içinde.'' 
Romanın reel zamanı Ahmet Mithat'ın bir gün vapura bindiği sabah ile başlıyor. Ardından kadınlarla karşılaştıktan sonra o gün içinde pansiyona gitmesi ve ertesi gün tekrar orayı ziyaret etmesiyle devam ediyor. Daha sonra Ahmet Mithat'ın roman kahramanlarıyla tanışması ve roman hikayelerini dinlemeye başlaması için geçen zaman iki haftalık bir zaman dilimini kapsar. Yapılan tasvirlerin çokluğu nedeniyle zaman çok yavaş ilerlemektedir. Romanda reel zamanın ağırlığından çok genişleyen zaman dikkati çeker.
Romanda sürekli bir geriye dönüş görülmektedir. Yani bir genişleyen zaman söz konusudur. Roman kahramanlarının geçmişlerine yolculuk yapılır ve hikayeler geçmiş zamana yolculukla yazılır.
                                                               

 MEKAN

Romanın ilk mekanı Şirket-i Hayriye vapurudur. Daha sonra Siranuş ve Agavni'nin pansiyonları mekan olarak kullanılmaktadır. Vapurun kalkış yeri Beykoz, pansiyon ise Beyoğlu'ndadır. Hikayeyi tamamlamak için pansiyonda buluşurlar. Yani romanın asıl merkezi İstanbul'dur. Seyyid Mehmed Numan'ın mağazası bir diğer mekandır. Agavni'nin öldürüldüğü vapur, Ermeni Kilisesi, Ermeni Patrikhanesi, Ahmet Mithat Efendi'nin biraderinin evi, Beyoğlu sokakları, Hicaz adı geçen diğer mekanlardır. Kapalı mekan ve açık mekan unsurları romanda kullanılmıştır.
                                          

 KONU VE FİKRİ ARKA PLAN

Müşahedat, gözlemler demektir. Roman, tema ve kurgu olarak natüralist karakter göstermektedir. Ahmet Mithat'ın bu romanı yazmaktaki asıl amacı da natüralist romana bir örnek vermektir. Bunu eserin önsözünde açıklamıştır. Roman’ın esas konusu, romanın yazılmasıdır. Kendi yazılma hikayesini anlatan bu romanda, anlatıcı-yazar Ahmed Mithat’ın çalıştığı gazeteye gitmek için bindiği bir vapurda tesadüfen karşılaştığı iki kadının konuşmalarına kulak misafiri olması, onları takip etmesi, gün geçtikçe güvenlerini kazanarak hayatlarına yaklaşması, hikâyelerini dinlemesi ve dinledikleriyle sonrasında tanık olduğu olayları birleştirerek bir roman haline getirmesinin aşamalar konu alınmıştır. Ahmet Mithat Efendi, kendi cümleleri doğrultusunda vardığımız kanıya göre, kafasında kurguladığı bir tabii roman vardı ve malzeme olarak bu kahramanlarla karşılaştı. Ahmet Mithat Efendi, bu romanın fikri arka planında çeşitli mesajlar vermiştir. 
Ahmet Mithat Efendi, iyileri ödüllendiren, kötüleri cezalandıran bir yazardır. Kötü olan karakterler, fakir bir şekilde ölmüştür. Bunun yanında ölen diğer karakterler ise, romandaki işlevlerini kaybedince öldürülmüştür. Örneğin Novart, kötü bir kadındır ve servetini kaybedip yoksul bir şekilde ölmüştür. Fakat Agavni'nin romandaki hikayesi bitmiş ve sonra öldürülmüştür. Ahmet Mithat için çalışkanlık ve ahlak çok önemlidir. Misal verecek olursak Refet mirasyedi olmasına rağmen ahlakı ve çalışkanlığıyla o kötü hayattan kurtulmuş, Ahmet Mithat Efendi onu ödüllendirmiştir. Ahmet Mithat Efendi'nin romanlarında eğitim ve özellikle kadınların eğitimi çok önemlidir. Siyavuş, Ahmet Mithat'ın ideal kadın portresidir diyebiliriz. Siyavuş, çalışkan, ahlaklı, çok kitap okuyan, piyano çalan, dil bilen kültürlü bir kadındır. Romanda Seyyid Mehmed Numan, Ahmet Mithat Efendi ve Refet dışında herkes Hıristiyan'dır. Ahmet Mithat'ın eserlerinde genellikle yabancı unsurlar kötü gösterilir. Nitekim Agavni'nin babası kötü kadın Novart'tan mezhebi gereği ayrılamamıştır. Bunun kötü sonuçlarını da Ahmet Mithat gözler önüne sermiştir. Bunun yanında Hıristiyan olan Agavni, Siranuş ise kötü lanse edilmemiştir. Refet ahlakı, çalışkanlığı, güvenirliği sonucu Siranuş ile evlenmiştir. Aynı şey Siranuş için de geçerlidir. Karnik ise yaptığı kötülükler sonucu ölüm cezası almıştır. Yine Karnik'in kötü yola düşmüş kardeşi de fakirlik içinde ölmüştür. Evlilik dışı çocuklar konusunu eserlerinde işleyen Ahmet Mithat, bunun nedenini Avrupa'nın ahlak anlayışı olarak bu romanda da yansıtmış ve bu gayr-i meşru çocuklara mutlu bir hikaye sonu yazmamıştır. Ahmet Mithat Efendi, fikri arka planda ahlaklı olmayı, çalışkanlığı, dürüstlüğü vermiş, ahlak ve çalışkanlığın insanı bataklıktan kurtaracağı hususunda romanı işlemiştir.

  BAKIŞ AÇISI VE ANLATIM TEKNİKLERİ

 Ahmet Mithat Efendi, romanlarını okuyucuya soru sorarak sohbet havası içinde yazar. Bu romanda da bunu görmekteyiz. Olayların akışını keserek yaptığı canlı tasvirler ve okurla sohbet etmesi onun romanlarının vazgeçilmez özelliklerindendir.

Bu romanda Ahmet Mithat Efendi, anlatıcı-yazar olarak romanda bir karaktere dönüşmüş, romanda kendinden sıkça bahsetmiş ve romanı birinci kişi ağzından yazarak roman karakterleri arasına kendi kişiliğini de katmıştır. Bu romanında da kişiliğini yansıtmış, çalışkan, hoşgörülü, dürüst, babacan tavırlarını gözler önüne sermiştir. Romanda geçen özelliklerinden, Beykozlu olması ve gazatede çalışması da kendi hayatından kesittir.Biraderim diye bahsettiği de gerçek hayatta Beyoğlu'nda oturan süt kardeşidir. Roman tüm bunlarla öyle bir hal almıştır ki, Ahmet Mithat Efendi gerçekliği en iyi şekilde yansıtmak için elinden geleni yapmıştır.
Batı bile denenmemiş bu yeniliği bulmaktan da çok mutlu olduğunu romanda ara ara dile getiriyor. Buradaki tek yenilik Ahmet Mithat'ın roman kişileri arasında olması değil konusunun da roman olmasıdır. Burada geçen dinlediği öyküleri romanlaştırırken nasıl bir yol izlediğini yazarak kendisi tekniğini de yansıtmış olmaktadır. 

Özetle; Yazarın Natüralist bir roman örneği olmak üzere tasarladığı Müşahedat, romanın yazılışını aynı zamanda romanın konusu haline getirmesiyle o güne kadar Berna Moran’ın belirttiği gibi dünya edebiyatında da örneği görülmeyen bir teknikle yazılmıştır.
                                                                   

SONUÇ      

Sonuca geldiğimde Ahmet Mithat Efendi'nin ön söz olsa da son sözü de olabilecek şu satırlarını eklemek istedim:

''Nasıl müteşevvik olmayayım, karilerime tabiiyattan(doğalcı) bir roman arzetmek için bir hayli zamandan beri düşünüp durduğum halde roman, hem daha mükemmeli tasavvura sığamayacak kadar bir tabiilikle filiilen ve maddeten ayağıma kadar kendi kendisine geldi. Daha garibi şu ki güya ben de romanın eşhas-ı vak'asından( kişilerinden) birisiymişim gibi romana karıştırılmaktayım. Böyle muharririn de velev ki; yalnız temaşacı( seyirci) şahit suretinde olsun romana karışması Avrupaca da emsali( örneği) görülmüş şeylerden değildir. Bu romanı kaleme aldığım zaman karilerim ne kadar beğenecekler, memnun olacaklar diye düşündükçe sevincimden cuş ü huruşa (coşup taşacak hale) geliyorum.

QUOTES - BILL GATES


‘’The Internet is becoming the town square for the global village of tomorrow.’’                                                                                                                                                         Bill Gates

  İt is one of the best useful tool in the universe. Everyone can access the internet altogether and all the time. Every information gather in the internet and form database that people can benefit. Therefore we have many chance to learn something but it doesn't mean that all information in internet are true. Everyone can give their comment and share their ideas furthermore try to inform something to people. That’s why it forms many problems.

Also many people work on from internet. There is a online bank that everyone can invest to their money or pay for something else. However they create their website to sell something “such as bookstores,films,games,electronic devices,vehicle, online courses etc. Furthermore some people do their job in internet such as businessman,software developer. Also people can buy and read a online book and if they want they can deal with online courses and have lesson in internet. However every past day it rises of the internet users for working.. As quote of Bill Gates ‘’The internet is becoming the town square for global village of tomorrow’’. This quote is explained everything for the future.

I think in the future like 20 years, All process about bank will occur in internet and shopping and buying something in internet will increase rapidly but it doesn't mean all bank and shopping mall will close, just it may decrease number of brach office but many people will read a book and study online course with their tablet in internet. İt is difficult to say what it will be extinct in 20 years. Many thing will be alive but their function and branch office will be decrease.

Expert & Authority On A Matter


What makes one an ‘expert’ or an ‘authority’ on a matter?

INTRODUCTION


DEAR READER,

You graced to enter my blog. I am one of the IB student in Gokkusagı Schools (International) in Istanbul / Turkey. I would like to share my ideas, remarks and the works I did. It would be in my mother tongue and English. I wish you will interest and you can add your comment if you want. :)

Kings regards


Ahmet Gayretli

N. H. Kleinbaum Quote

 ‘’Kim ne derse desin sözcükler ve fikirler dünyayı değiştirecek güce sahiptir.’’ - Ölü Ozanlar Derneği  
Yukarıdaki cümlede görüldüğü gibi aslında sözcükler ve fikirler insalığın yaşama açılan penceresidir. İnsanlık düşünerek,konuşarak ve bilgiyi sorgulayarak gelişir.Ağızdan çıkan her sözcük ve tartışılan her bir fikir insanlığın her geçen gün kendini geliştirmesinde bir adım daha ileri taşır.Böylelikle zamanla insanların fikirleri gelişip arttıkça ve tartışılan fikirlerin sonunda ulaşılan bilgi birikimi arttıkça dünyayı da büyük ölçüde değiştirir.Milattan önce devirleri düşürsek fikirlerle ortaya çıkan ve deneme sonucu bulunan en küçük buluşlar bile insanlığı devasa ölçüde ileri taşımış ve dünyayı farklı bir devire taşımıştır.Ve biliyoruz ki her bir devir yeni fikir ve buluşlarla kendini bir sonraki devirlere teslim etmiştir.
Aynı zamanda bir toplumun refah seviyesi,bilgi birikimi ve ne kadar gelişmiş olduğunu anlamak için ortaya atılan fikirleri ve buluşları izlemek gerekir.Bu yol güce ve doğru bilgiye ulaşmanın en önemli parçasıdır.Günümüzden örnek verirsek Amerika’nın yapmış oldugu buluşlarla,atılımlarla dünyada kendini en büyük güç haline getirmiştir.Ve elbette buluşların ilk adımı olan deha fikirler bu ülkenin gerek ekonomik gerek siyasi gerek zeka olarak gelişmesini sağlamıştır.


İnsan aynı zamanda ağzından dökülen sözcükleri ve düşündüğü fikirleri tartışmalıdır ki ortaya atılan bilginin ve görüşün ne kadar doğru olup olmadığını ortaya çıkarsın.Çünkü her bir bilginin arkasında her zaman birer gizem ve belirsizlik vardır.Ve sadece bu gizemler yeni fikirler,yeni tartışmalar ve yeni atılımlarla ortaya çıkar.Ama bu hiç bir zaman bütün gizemlerin çözülüceği anlamına gelmez,sırlar her zaman bilginin birer parçası olucaktır fakat bu fikirlerle doğru bilgi karşında sırları çözebilir ve yeni buluşlar meydana getirebilriz bu sayede bize yol gösteren fikirlerle her zaman güçe ulaşabilriz.