DERS/LESSON: Türk Edebiyatı HL
YAZAR/ WRİTER : REFİK HALİD KARAY
ESER/ Name of Novel: MEMLEKET HİKAYELERİ
KONU/ TOPİC: ŞEFTALİ BAHÇELERİ’NİN ÇÖZÜMLENMESİ
Refik Halid Karay, Memleket Hikayeleri, Yeni Mecmua, Ocak-Ekim 1918
Refik Halid Karay’ın çok önemli iki hikaye kitabı vardır.İlk hikaye kitabı 1919’da Memleket Hikayeleri; ikincisi ise 1940’da Gurbet Hikayeleri adıyla basılmıştır.Refik Halid Karay İttihad ve Terakki’ye muhalif yazılarından dolayı bir çok siyasilerle birlikte önce Sinop’a (1913), oradan Çorum, Ankara ve Bilecik’e sürülmüştür.Daha sonra Ziya Gökalp’in yardımıyla İstanbul’a dönmüştür.Anadolu’da başlayan Milli Mücadele’ye karşı çıkması ve sert yazılarla bu hareketi baltalamak istemesi hayatının en acı dönemini hazırlamıştır.İstanbul’un kurtuluşu ile 1922’de “Yüzellilikler” listesine alınarak yurtdışına çıkmaya mecbur olmuştur.
Memleket Hikayeleri ilk Anadolu sürgünlüğü döneminde yazdığı hikayelerden oluşmaktadır.Hikayeciliğimiz bakımından dönüm noktası değeri taşır.Kör Ömer, Sarı Bal gibi ilk parçalarını Bilecik’te yazdığı Memleket Hikayeleri, konu ve çevreleri Anadolu içlerinde geçen ilk edebi hikayelerimizdir.Gerçi ondan önce (1892) Nabizade Nazım’ın bir Anadolu köyü olayını realist tarzda işleyen Karabibik hikayesi ve Halid Ziya Uşaklıgil’in köylerde geçen birkaç romantik hikayesi vardır ama bunlar üslûp, gözlem, meselelere parmak basış ve özellikle tasvirler yönünden Memleket Hikayeleri’ne ulaşamazlar.
Varlıklı bir İstambul çıcuğu olan Refik Halid Karay, sürgün yıllarındaki karamsarlığı uzun sürmemiş ve bu karamsarlığı Memleket Hikayeleri’ne hiç yansıtmamıştır.Memleket Hikayeleri kötü ve acı yanlarının oldığu kadar iyi ve neşeli yanları da gören bir Maupassant realizmi içinde yazılmıştır.Anadolu’nun sefaleti, geriliği, tembelliği kadar asilliği ve yüceliği de anlatılmıştır.Yazar, Anadolu’nun bugün de geçerli olan birçok meselesini ortaya koymuştur.Refik Halid Karay’ın ilk hikaye kitabı olan Memleket Hikayeleri’nde on sekiz hikaye bulunmaktadır.Bunlar:Yatık Emine, Şeftali Bahçeleri, Koca Öküz, Vehbi Efendi’nin Kuşkusu, Sarı Bal, Şaka, Küs Ömer, Boz Eşek, Yatır, Komşu Namusu, Yılda Bir, Sus Payı, Kuvvete Karşı, Cer Hocası, Garip Bir Hediye, Bir Saldırı, Ayşe’nin Yazgısı ve Garaz’dır.
Refik Halid Karay, Şeftali Bahçeleri, Yeni Mecmua, c.2, nr 49, 20 Haziran 1918, s.457-460
KONU: Anadolu’da bir kasabaya tayin olan bir memurun ilk başta memlekete ciddi hizmet kararında olduğu ancak bu memurun kasabadaki uyuşuk brokratik düzene uyarak ideallerini gerçeklaeştiremediği anlatılır.
ÖZET: Âgâh Bey nazari bilgilerle büyümüş, Avrupa’da bulunmuş bir memurdur.Hikayede Akdeniz’in sırtında diye belirtilen – açık olarak adı geçmeyen- doğal güzelliklerle meşhur bir Anadolu kasabasına Tahrirat Müdürü* olarak atanır. Âgâh Bey, memuriyetine başlayacağı yere gelirken Anadolu’nun durumunu gözlemleme olanağı bulur.Ona göre her yer harabeliklerle dolu, insanlar gam ve keder içindedir. Âgâh Bey, bu gözlemlerden, insanların üstündeki uyyuşukluğun atılması, büyük atılımlar gerektiren çalışmalara başlanılması düşüncelerini çıkarır.
Avrupalı bir hükümet adamı olmayı kafasına koyan ve bu düşüncelerle görevine başlayan Âgâh Bey, görevinin daha ilk gününde düş kırıklığına uğrar.Kasabanın kadısı, evkaf memuru, mutasarrıfı* yörenin güzelliklerini ve eğlencelerini anlatır.Mutasarrıf ona ; işlerin az olduğundan, rahatına bakmasından bahseder.
Düşüncelerinin aksine, kendini farklı bir ortamda bulan Âgâh Bey şaşkınlık içindedir.Kasabadaki ilk günlerinde bu ortamın içine girmek istemez.Muhasebecinin, eğlence mekanlarının merkezi olan şeftali bahçelerine gitme teklifini sert bir yüzle geri
*Tahrirat Müdürü: İlçede resmi yazı işleriyle görevli kimse.
*Mutasarrıf: Vali ile Kaymakam arası mülkiye âmiri.
çevirir.Kısa bir zamanda keyiflerine düşkün memurlarım, uzak diyarlara bile şöhretini sarmış şeftali bahçelerinde türlü eğlencelerin yaşandığı, çapkın mutasarrıfların ve rindmeşrep kadıların uğrağı olmaktan ahalisinin zevke ve safaya daldığı, her günü düğün evi çoşkunluğuyla çalkalanan bu kasabada kocaman işler göreceğine dair inancını yitirmez.İlk günlerin hevesiyle mutasarrıfa, kasabanın îmârına dair tasarılarının olduğundan bahsetmiş, sapan ve tırpanların ıslahına, kağnı arabalarının değiştirilmesine dair görüşlerini belirtmişse de karşılık bulamaz; her teşebbüsünde Âgâh Bey’in karşısına tahsisatın azlığı ve arkadaşlarının tembelliği çıkmıştır.
Kısa sürede Âgâh Bey, hükümet arkadaşları tarafından sevilmeyen bir kişi olur.Zevkten, eğlenceden anlamayan bu kişiden herkes yüz çevirir olmuştur.Kasabadaki iki ayı bu şekilde geçiren Âgâh Bey bir gün, muhasebecinin ısrarı karşısında diğer memurlarla birlikte şeftali bahçelerine gider, onların eğlencelerine katılır.Bu eğlencelerde kasabayı daha iyi görme fırsatı bulan Âgâh Bey, hükümet erkanının türlü eğlencelerine şahit olur.Kısa zamanda Âgâh Bey de bu eğlencelerin adamı olur.Artık kendisi de diğerleri gibi şeftali bahçelerine gitmek için bir merkeb alır.İlk günlerde redingotunu üzerinden çıkarmayan Âgâh Bey, şimdi bol entariler içindedir.Hikaye, Âgâh Bey’in hükümet erkanına ayak uydurması sonucunda, bulunduğu bu kasabaya gelirken kafasında yaşattığı ideallerin yitirilmesiyle son bulur.
ŞAHIS KADROSU: Hikayenin asıl şahsı Âgâh Bey’dir. Âgâh Bey dünya gidişinden habersiz, kuransal görüşlerle büyümüş dik başlı, kuru zevkli bir adam diye tanıtılır.O, mülkiyeden çıktıktan sonra Avrupa’ya kaçmış, fakat nüfuzlulardan birinin aracılığıyla İstanbul’a dönmüştür.Tam dört ay Zaptiye Nezareti* tutukevinde sebepsiz alıkonulduktan sonra bu kasabaya Tahrirat Müdürü olarak atanmıştır.
Tanzimat ve II. Abdülhamit devrinde Avrupa’ya kaçan, Yeni Osmanlı ve Jön Türklerin uyandırdıkları akıma uyan Âgâh Bey ne Avrupa’yı ne de Türkiye’yi bilen meçhul kahramanlardandır. Âgâh Bey ciddi çalışmaya, Avrupalı bir hükümet adamı olmaya karar vermekle beraber, şeftali bahçeleri ile meşhur kasabaya gelince gevşer.Bunun başlıca sebebi çevresi ile anlaşamaması ve yalnız kalmasıdır.Buradan hareketle onun şahsiyetini iki devreye ayırabiliriz.Birincisi, kasabaya geldiği ilk günlerdeki davranışı; ikincisi ise çevreye uyduktan sonraki hayatıdır.Başlangıçta belirsizde olsa birtakım fikirlere, ideallere, kıymet hükümlerine sahip olan Âgâh Bey, çevresine uyduktan sonra, etrafındakiler gibi zevk ve rahattan başka bir şey düşünmez.
Hikayede bir değişim peşinde koşan Âgâh Bey’in sadece nutuklarında bir dinamiklik görebiliriz.Avrupa görmüş, nazari bilgilerle yetişmiş bu şahıs, yönteminin de yanlışlığıyla ideallerini gerçekleştirememiştir.Hikayede Âgâh Bey’in çok ateşli tavırlar içersinde olmasına rağmen halka inmediğini görüyoruz.Bu da bize nazari bilgilerin Anadolu insanına uymadığını, yurdun gerçeklerini tam olarak tanımadan Avrupalı olmanın yetmediğini göstermektedir.
Diğer Şahsiyetler: Hikayede kasabanın kendi halkından şahıslara rastlanmaz.Buna karşılık eğlenceye düşkün hükümet erkanından şahıslar vardır.Bunların ortak özellikleri; suya sabuna dokunmamak, zevk ve eğlenceye düşkün olmaktır.Terfi ümidinde olmadıkları için resmi işlere önem vernezler.Bu şahısların özelliklerini ve görevlerinin ne olduğunu Âgâh Bey’le olan konuşmalarından çıkarıyoruz.
Kadı: Hikayede aşkın safasını, rindliğin lüzumunu anlatan bir karakterdir.
Muhasebeci: Eğlence mekanlarına Âgâh Bey’i götürmeyi başaran bu şahıs rakı mübtelasıdır.
*Eski idarede, emniyet işleri gören bakanlık.
Evkaf Memuru: Âgâh Bey’le ilk karşılaşmasında onun bekar olduğunu öğrenen ve bu konuda kasabada yokluk çekilmeyeceğini söyleyen şahıstır.Hikayede Âgâh Bey’i erkeğe alışkın kadınlarla tanıştırır.
Mtasarrıf: Hikayede kasabada işlerin az olduğundan, rahatına bakmasından, yorgunluk almasından bahseden kişidir.Rahatına düşkün olan bu adamın yeni yaptırdığı havuzun başındaki eğlenceleri hikayede geçmektedir.
Ceza Reisi: Âgâh Bey’i evlendirmek isteyen bir tip olarak karşımıza çıkar.
Alaybeyi: Altmış beş yaşında yaşlı bir insandır.O da diğerleri gibi zevk ve eğlenceye düşkündür.İlk karşılaşmalarında Âgâh Bey’e selatin (sultanlar) hamamını tarif etmiştir.
Eski Tahrirat Müdürü: Hikayede geriye dönüş yoluyla bir defa anılır.Bunun sebebi de Âgâh Bey’in diğer memurlara uymaması neticesinde hükümet ricalinin onu arar olması dolayısıyladır.Genel eğlence atmosferine uyan, aynı zamanda şair olan eski tahrirat müdürü hikayede çapkın bir İzmirli olarak tanıtılır.
Bunlardan başka hikayede bu eğlencelerin âleti olan iki kadın daha vardır.Biri esmer, uzun boylu, endamlı, tatlı gözlerle derin bakışlı; diğeri ise sarışın, büsbütün iri, gösterişli diye vasıflandırılmıştır.İsimleri verilmeyen bu şahısların, diğer şahıslara nazaran fiziki tasvirlerinin yapıldığını görüyoruz.Hikayede bu iki kadın ve Âgâh Bey hariç, diğer şahısların ne fiziki ne de psikolojik tasvirleri yapılmıştır.Şahısların özelliklerini bir dinamizm içinde konuşmalardan çıkarıyoruz.
ZAMAN: Vak’a zamanı bir yaz günü Âgâh Bey’in tahrirat müdürü olarak bu kasabaya gelmesiyle başlar ve bir sonraki yaz mevsimine kadar devam eder. Âgâh Bey sıcak bir yaz günü geldiği bu kasabada kış mevsimini de geçirmiştir.Kış mevsiminin gelişiyle hükümet memurlarının yaşayışlarında bir değişiklik olmaz, sadece eğlence mekanları değişir.Bahçeliklerin yerini, helva muhabbetleri yapılan hamamlar alır. Âgâh Bey bu kasabada ikinci yaz mevsimini de görmüştür.Bir yaz günü geldiği yaz mevsimini de sayarsak, Âgâh Bey ikinci yaz mevsiminde de buradadır.Yani hikaye yaklaşık bir senelik bir zaman dilimi içersinde geçmiştir.
“Şeftali Bahçeleri”nde zamanı eğlenceler tayin eder.Burada bahar tâ kışa kadar uzar.Baharın uzaması zevk ve eğlence hayatını da uzatır.Akşam üzerleri hükümet memurları heybelerine rakılarını koyar, merkeplerine biner, şeftali bahçelerine giderler. Gece geç vakit kasabaya dönülür.Ağustos içinde av başlar.Kış gelince gece toplulukları başlar, helva sohbetleri yapılır.O meşhur ihtişamlı hamamda turşulu yemekler yenir.
Kozmik zaman olarak gece, ikindi vakti, ikindi güneşi, geç vakitler, gündüz, akşam, sabah gibi ifadelere yer verilir.Hikayede ikindi üzeri kozmik zamanına sık sık vurgu yapılır.Bunu, memurların kalemlerini terkettikleri saatlerin yaklaşması ve gece eğlencelerinin başlayacağı zamanı işaret etmesi olarak anlayabiliriz.
MEKÂN: Hikayede ana mekan bir Anadolu kasabasıdır.Ancak bu kasabanın adı verilmemiştir.Sadece “...Akdeniz sırtındaki bu memleket...” diye sözü edilmiştir.Burası doğal güzellikleri ile, eğlenceleri ile uzak diyarlara kadar ün yapmış bir bölgedir.Hikayeye ismini de veren şeftali bahçeleri hükümet erkanının sürekli eğlenceler düzenledikleri yerlerdir.Nitekim hikaye şeftali bahçelerinin, dolayısıyla yörenin doğal güzelliklerinin anlatılmasıyla başlar.
“Irmağa giden yol, kasbadan kurtulunca, göz alabildiğine uzanan sayısız şeftali bahçeleri arasından geçerdi.Haziran içinde bile taşkın dere ayaklarının çamurlu, ıslak tuttuğu bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, kızgın güneş, ağaçların tepelerinde meyvaları pişirirken, rutubetli toprakta birbiri arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı.Suların serinliği, taze ot kokusu, gölgelik ve bereket içinde bahar bu bahçelerde tâ kışa kadar uzanıp giderdi.”
Bu hikayede çevre tasvirleri çok canlıdır.Pek yaman dikkatli gözlemciliği, incelikleri ve ayrıntıları yakalama kabiliyeti dolayısıyla Refik Halid Karay’a ressam–muharrir sıfatı verilmiştir.Bu ressam-muharrir renk, ışık, koku, biçim duygularını binbir teşbih ve zekâ oyunuyla belirtip gözler önüne getirmekte eşsizdir.
“Her tarafa taşkın bir şeftali kokusunun dolup sindiği durgun sıcak günlerde işsizler takım takım kasabadan inerler, ırmakta yıkandıktan sonra gelip gölgeli çimenlerde yatarlardı.Yüksek dallardaki fazla olgun, ballı şeftaliler saplarından kurtularak dolgun, yumuşak bir sesle yerlere, çimenler içine, yatanların üzerine durmamacasına yavaş yavaş dökülürlerdi.”
Hikayede önemli bir yer tutan doğa / tabiat tasvirlerine karşılık mekân tasvirleri çok azdır.Mesela Âgâh Bey’in evinden sadece, “...bahçe üstündeki odaya nargilesini kurup köşeye geçiyordu.Gelsin sohbet...Kabarık şilteli rahat köşe minderinin, yan uastıklarının arasında vücudu gevşiyor, gitgide genişliyordu.” diye söz edilir.
Bunların dışında değirmen, hamam, mutasarrıfın havuzu gibi mekanlar da vardır.Ancak bunların ayrıntılı tasvirleri yapılmamıştır.Boğaziçi, İstanbul Mahmutpaşa çarşısı ve İzmir’in de adı geçer.
BAKIŞ AÇISI: Hikaye yazar-anlatıcı tarafından okuyucuya anlatılmaktadır.Sadece Âgâh Bey’in geçmiş hayatı ve Eski Tahrirat Müdürü geriye dönüş yoluyla analtılmıştır.Olaylar daha çok geniş zaman içinde verilir.Hikayede diyaologlara fazla yer verilmemiştir.
DİL VE ÜSLÛP: Hikayenin dili akıcıdır.Az da olsa Arapça ve Farsça kelimelere de
rastlıyoruz.(Tahrirat, evkaf, mutasarrıf, imarat vb. gibi.) Terkipli cümle hikayede yer almaz.
Hikaye bir Anadolu kasabasında geçmesine rağmen, halkın konuşmalarına yer verilmez, hiçbir halk deyimine rastlanmaz.Hikaye bir aratabaka insan grubu etrafında şekillenmiştir.
Hikayede duyulara dayanan bir üslûp kullanılmıştır.Yazar hikayede bütün duyular tavsif etmeye büyük önem verir. “Sinirleri gevşeten meyve kokusu”, koku, “sıcak rüzgarlar”, dokunma, “göz alabildiğine uzanan şeftali bahçeleri”, görme duyuları ile ilgilidir.Yazar âdeta hikayesindeki şahıslar gibi dünyayı duyu organlarına çarpan sesler, renkler, kokular ve dokunmalara göre idrak eder.Bir cisim çok defa değişik duyulara ait birkaç kelime ile tavsif edilir:
“Her tarafa taşkın bir şeftali rayihasının dolup sindiği durgun, sıcak günler” ; “yüksek dallardaki fazla olgun, ballı şeftaliler”; “dolgun yumuşak bir ses” gibi.Varlığı duyulara göre bütün özellikleri ile tavsif eden bu üslûp, “Şeftali Bahçeleri” nde âdeta yarı baygın yaşayan, hareket etmayen, durgun, geçmiş ve gelecekle ilgisi olmayan, düşünmeyen insanların hayat üslûplarına uygundur.
Refik Halid Karay’ın hikayelerinde dekor ve peyzaj olayın akışına yardım edecek; kahramanların ruhi durumunu aydınlatacak tarzda kaleme alınmıştır.Bütün bunlar realist hikayede görülen hususiyetlerdir.Başlangıçta idealist olan Âgâh Bey’in üzerinde redingotla nutuk attığı sahnelerin yerini Âgâh Bey’in bol entarili sahneleri alır.Bu da hikayede peyzajın, kıyafetin olay ve kişi bağlantılarını göstermekte son derece önemli olduğunu gösterir.Burada mekan-insan ve insan-insan ilişkisini açık bir şekilde görüyoruz.
Refik Halid Karay’ın Dil Hakkındaki Görüşleri: Fecr-i Âtî Beyannamesi’ne imza atan Refik Halid Karay, bu dönemleri ve dil hakkındaki görüşlerini şöyle açıklar: “Bizi Edebiyat-ı Cedide’den belli başlı ilk ayıran fark lisan farkıdır.Elimizde farkına varmadan, zorlamadan tabiî bir itişle lisan sadeleşiyordu.Bir gün Rumeli’den bir ses çıktı, ‘terkipleri atınız’, bu seda Fecr-i Âtî’nin kulağına hoş geldi.”*
1918’de Ruşen Eşref’in sorularına verdiği cevaplarda, “...Bizim bir dilimiz var ki,
*Şerif Aktaş,Refik Halid Karay,Kültür Bakanlığı Yayınları, s.17
bu yarının dili olacaktır.” diyen Refik Halid “Genç Kalemler” hareketine katılmamasına
karşın Türkçenin sadeleşmesinden yanadır.Edebiyatın halka karşı yükümleri olduğu düşüncesindedir. “Dili bulduk.Şimdi halkı öğreneceğiz ve âdileşmeden kendimizi halkla meşgul edeceğiz.Bize bir Rus edebiyatı lâzım.Yani halkın acılarına iştirak eden, ihtiyaçlarını duyan, emellerine şekil veren bir edebiyat...” diye konuşur.
YORUM : Refik Halid Karay, 1910’da daha Anadolu’ya sürgün edilmeden yazdığı “Komşu Namusu”nda, memurların dairede uyuşukluk içinde vakit geçirmelerini, birbirlerinin hususi hayatıyla ilgili dedikodularla meşgul olmalarını anlatmıştır.1915’te Sinop’ta kaleme aldığı “Şaka”da iş saatleri dışında nasıl eğlaendiklerini, ne ile vakit geçirdiklerini ve neye ihtiyaç duyduklarını ifade etmiştir.1919 yılında Feneryolu’nda yazdığı “Şeftali Bahçeler”nde, diğerlerinde söz edilen memurlarla bu kasabada hizmet görenlerin eğlence konusunda birleştirildiğini görüyoruz.Akdeniz sırtındaki bu Anadolu kasabasında çalışan memurlar, “Komşu Namusu”, “Sarı Bal” ve “Şaka” daki gibi eğlence ve içkiyi seven insanlardır.Ancak “Şeftali Bahçeleri”nde bu memurlar arasına yeni katılan Tahriray Müdürü Âgâh Bey’in şahsında yeni ve ideal memurun ortama nasıl uyduğu, uymaya mecbur edildiği anlatılarak hem bu sınıfın nasıl teşekkül ettiği belirtiliyor hem de yeni bir problem -gerçek şartlardan habersiz, nazariyatla yetişmiş ideal bir memur tipinin eskilere uyması gerçeği - ortaya konuluyor.
Refik Halid “dili hallettik, halkı öğrenmemiz gerekir” düşüncesinde olan bir yazardır.Gerçekten “Şeftali Bahçeleri” adlı hikayenin dil problemi yoktur.Akıcı bir ifade tarzı kullanılmıştır.Hikayede hiç bir kasaba ahalisinin olduğunu söyleyemeyiz.Hikaye tamamen aratabaka insan grubu etrafında şekillenmiştir.Bu tabaka kasabanın ahalisine de statikliği aşılamayı başarmıştır.Hikayede bir dinamizm içinde tanıdığımız bu hükümet memurlarının aksine, hiç bir alt tabaka insanının statik yapıya karşı geldiği görülmez.Hikayede alt tabakadan bir şahıs eksikliği vardır.Burada Âgâh Bey’in fikir ve yöntemlerinin yanlış olduğunu düşünebiliriz. Âgâh Bey bir aratabaka insanıdır, büyük idealleri vardır.Çalışmaya ve kalkınmaya yönelik olan bu ideallerini hikayede hiç bir alt tabaka insanıyla paylaşmaz.Avrupa görmüş birisi olmasına rağmen halka inmemiştir.Bu da onun genel yapıya uymasını zorunlu kılmıştır.Üzerinde redingotuyla Avrupalı bir memur olacağını tasarlayan Âgâh Bey, yönteminin yanlışlığıyla hikayede bol entariler içinde keyfine bakan bir kişi durumuna gelmiştir.
Âgâh Bey’in idealleri nasıl yok olup gitmiştir?
Âgâh Bey’in ideallerinin yok olmasına sebep olan üç faktör vardır.Bunları hikayenin gidişatına göre şöyle sıralayabiliriz:
İlk olarak diğer memurlara uymayan Âgâh Bey’i, masum bir faaliyet olarak gözüken spor yani av sporu ile ideallerini yok etmişlerdir. Âgâh Bey, diğer memurlarla birlikte hergün bağlara yayılmakta, çil keklik avı yapmaktadır.
İkinci olarak Âgâh Bey’i diğer memur arkadaşları içkiye alıştırmıştır.İlk defa gittiği şeftali bahçelerinde diğer memurlar gibi eğlencenin her türlüsünü tatmış ve bu arada sunulan özel yapılmış içkilerden içmiştir.Bundan sonra da Âgâh Bey hikayede bir içki müptelası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Son olarak erkeğe alışkın kadınlar Âgâh Bey’i yoldan çıkarmışlar ve onun ideallerini gerçekleştirecek olan çalışmalarını engellemişlerdir. İşte bütün bu sebepler Âgâh Bey’in çalışma hayatını etkilemiş ve sonuçta ideallerinin yok olmasına sebep olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder